Cioran'ın öyle yazıları var
ki, kendini tekrar tekrar okutmayı başarabiliyor. Hayatın zihin bulandıran
canlılığına kapılıp yaşadığım her tutulma döneminin ardından bana adeta bir
kafa ayarı yapıyor. Bu yayında alıntılayacağım pasajlar yine Çürümenin Kitabı
adlı eserinde yer alıyor.
Nihai
Yıpranma
En
tiksinç sokak orospusuyla yarışan bir şey vardır; pis, aşınmış, süklüm püklüm
olan ve kızgınlığı tahrik edip huzuru bozan bir şey –öfkelenmenin bir doruk
noktası ve her an kullanılan bir mal: Kelime’dir bu; daha açık olarak da
yararlandığımız kelime. Ağaç derim, ev, ben, harika, aptal derim; herhangi bir
şey diyebilirdim; bütün isimlerin ve bütün sıfatların, bütün bu saygıdeğer
geğirtilerin katili olacak birini düşlerim. Bazen bana, onlar ölmüşler de hiç
kimse onları gömmek istemiyormuş gibi gelir. Korkaklıktan, onlara hâlâ canlı
nazarıyla bakarız ve burnumuzu tıkamadan kokularına tahammül etmeyi sürdürürüz.
Halbuki yokturlar, artık hiçbir şey de ifade etmemektedirler. Kullanıldıkları
tüm ağızları, onları yozlaştıran tüm solukları, tüm sarfedilme fırsatlarını
düşündüğümüzde, onunla kirlenmeksizin hâlâ tek bir kelime kullanabilir miyiz?
Hepsi
ağızlarda çiğnendikten sonra atılır bizim önümüze: Hâlbuki başkaları tarafından
çiğnenmiş bir yiyeceği yutmaya cesaret edemezdik: Söz kullanımına tekabül eden
maddî bir fiil yüreğimizi kaldırır; yine de herhangi bir sözün altında yabancı
bir tükürüğün tadını algılamamız için bir hırçınlık ânı kâfi gelir.
Dili
tazelemek için insanlığın konuşmayı bırakması gerekirdi: İşaretlerden
yararlanır, ya da daha etkili bir biçimde sessizliğe başvururdu. Kelime fuhuşu,
onun aşağılıklaşmasının en görünür belirtisidir; artık ne eldeğmemiş bir sözcük
vardır, ne de saf bir dillendirme; hatta anlamlandırılan şeyler de dahil,
tekrarlana tekrarlana değer kaybeder her şey. Hiç değilse nesnelere başka bir
usare vermek için, neden her nesil yeni bir ağız öğrenmesin? Kanı çekilmiş
simgelerle nasıl sevilir ve nefret edilir? Nasıl eğlenilir ve acı çekilir? “Yaşam”,
“ölüm” –metafizik basmakalıplar, geçersizleşmiş muammalar… İnsan kendine yeni
bir gerçeklik yanılsaması yaratmalı ve bu amaçla başka kelimeler icat
etmeliydi; çünkü elindekiler kansızlaşmıştır ve cançekişme safhalarında artık
aktarım mümkün değildir.
Ataletin
Disiplini
Her
tarafta isteyen insanlar…, çapsız ya
da esrarengiz hedeflere doğru koşuşturan adımların maskaralığı, çakışan
iradeler, herkes bir şey istiyor, kalabalık bir şey istiyor, bilmem neye doğru
yönelmiş binlerce insan. Onları izleyemezdim, hele onlara hiç meydan okuyamazdım.
Şaşırıp kalırım: Onlara bunca canlılığı hangi mucize vermiştir? Olağanüstü
hareketlilik: Bu kadar az ette bunca hayat doluluk ve histeri! Hiçbir
kuruntunun teskin etmediği, hiçbir bilgeliğin yatıştırmadığı, hiçbir burukluğun
keyfini bozmadığı o telâşe müdürleri… Tehlikelere kahramanlardan daha rahat bir
biçimde meydan okurlar: işeyararlığın bilinçsiz havarileridir bunlar;
Doğrudanlığın azizleridir… Zamanın panayırlarındaki tanrılardır…
Mağaraların
Mimarı
İlâhiyat, ahlâk, tarih ve her günkü tecrübemiz
bize, dengeye ulaşmak için sonsuz sayıda sır olmadığını öğretirler; tek bir sır
vardır: İtaat etmek. "Bir boyunduruğu kabullenin." diye tekrarlarlar
bize, "ve mutlu olursunuz; bir şey olun ve acılarınızdan kurtulursunuz.” Gerçekten de şu
dünyada her şey meslek’tir: zamanın
profesyonelleri, soluk almanın memurları, ümit etmenin asilzadeleri olan
bizleri doğmadan önce bir makam beklemektedir: Kariyerlerimiz annelerimizin
karnındayken hazırlanır. Resmî bir evrenin üyeleri olarak, sadece delilerin
lehine yumuşayan katı bir kader mekanizmasıyla bir yer işgal etmek
zorundayızdır orada; hiç değilse deliler bir inanç sahibi olmakla, bir kurumu
benimsemekle, bir fikri desteklemekle, bir girişimi sürdürmekle yükümlü
değildirler. Toplum oluştuğundan beri, ondan kaçmayı istemiş olanlar zulme
uğramıştır ya da çeneleri kapatılmıştır. Her şeyiniz affedilir, yeter ki bir
mesleğiniz, isminizin bir alt-başlığı, yokluğunuzun üzerinde bir damga olsun. “Hiçbir
şey yapmak istemiyorum,” diye bağırma cüreti kimsede yoktur – bir cani
karşısında, fiiliyattan âzâde olmuş biri karşısında olduğumuzdan daha fazla
bağışlayıcıyızdır. İtaat etme imkânlarını çoğaltmak, özgürlüğünden feragat
etmek, içindeki serseriyi öldürmek… İnsan, esaretini böyle inceleştirmiş ve
hayaletlere bağlamıştır. Horgörülerini ve başkaldırılarını bile, tavırlarının,
hareketlerinin ve ruh hallerinin ırgatı olduğundan, onların hâkimiyeti altına
girmek iin geliştirmiştir. Mağaralardan çıkıp oradaki batıl inançlarını
muhafaza etmiştir; onların tutsağıyken, mimarı haline gelmiştir. İlk baştaki
koşullarını daha fazla yaratıcılık ve incelikle sürdürür; ama aslında,
karikatürünü büyülterek veya ufaltarak, yüzsüzce aşırmaktadır. İpin ucundaki
şarlatandır; burkulmaları ve yüz buruşturmaları hâlâ yanılsamaya yol
açmaktadır.